Osman Gazi, ölüm döşeğinde iken Osmanlı orduları,
Bursa’nın fethi için uğraşmaktadır. Osman Bey Bursa’nın fethi
gerçekleşmeden ölmek istememekte bu haberi aldıktan sonra ölmek için Allaha
yalvarmaktadır. Oğlu Orhan Bey’e: “Oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da
şu gümüşlü kubbenin altına koy!” diye vasiyet etmiştir.Roman Osman Bey’in ölüm döşeğinde Bursa’nın
fethini ve ölümünü beklerken yaşadıklarını ve hatırlarını aktarmaya
başlayacaktır.
Osmancık, Ertuğrul Gazin in oğlu olarak
diğer çocuklar gibi büyümüştür. Ele avuca sığmayan; “nerede çalgı,
orada kalgı” yaramazlıklar yapan haşarı bir çocuktur. Kılıç, yay ve
ok talimi yaparak büyümekte bu konularda akranları ile yarışmaktadır.
Gide gide öfkeli, sabırsız, hırslı, kendine oldukça güvenen bir çocuk haline
gelmiştir.
Babası kendinden sonra bey olması için önceleri
Osman’ı düşünmüş fakat O’nun devlet işleriyle ilgisi olmadığını görünce,
ona öğütler vermiş ama sonraları onu kendi haline bırakıp diğer oğlu
Gündüz Beğ’ e önem vermeğe başlamıştır. Çevredekiler de
davranışları yüzünden Osmancık’ın bey olmak için uygun olmadığını
düşünmektedir. Osmancık, üzerindeki baskının kalktığından dolayı mutludur.
Osman, yoldaşları Konur Alp, Sungur, Gazi Rahman, Akça Koca ile birlikte ava
çıkmayı komşu beyliklere eğlenceye gitmeyi daha çok sevmektedir.
Fakat bir gün Şeyh Ede Balı ile Sivrikaya’ da
tanışınca görüşleri ve davranışları değişmeye başlar. Ede Balı, Osmancık’ı
izlemeye başlamış ve ondaki kötü huyları yok etmeye çalışmaktadır. “Dünya’yı
bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız,
bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz.
Dünya bir ömür için, için büyüktür. Bir soyun bir amacı, inancı ve ülküsü için
büyük değildir.” Der.
Osmancık’ın hayata bakışı alt üst olmuştur.
Ede Balı’ ya saygıda kusur ederek onun üzerine atını sürer. Bunu duyan
Ertuğrul Gazi, ise ona “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı
gel, ona gelme. Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder. O günlerde
Ede Balı ile yaptıkları konuşma ve babasının tembihleri sürekli kafasını meşgul
etmeye başlamıştır.
Osmancık, bir gün ani bir karar ile
EdeBalı’nın tekkesine gider. İtburnu’na EdeBalı’nın evine
konaklayıp Şeyh ile konuşmaya gider. Ama EdeBalı görüşme zamanının henüz
gelmediğini ifade ederek Osmancıkla görüşmez. Osmancık’ı şeyhin
oğlu ile yardımcısı Dursun Fakı ağırlamış ve tekkeyi gezdirmiştir.
Osman’a Ertuğrul
Gazi’nin konaklamaya geldiğinde kaldığı odaya onu buyur ederler. Ertuğrul
Gazi’de geldiğinde o odada kalmış, o gece sabaha kadar ayakta Kur’an okumuş,
sabaha karşı uykuya dalmış ve rüyasında Kur’an-ı Kerim’in konuştuğunu
görmüştür. Osmancık odada otururken Edebali’nin kızı Malhun Hatun’u
görmüş ve ona âşık olmuştur.
YAZAR TARIK BUĞRA:
Tarık
Buğra (Akşehir 1918 – İstanbul 26 Şubat 1994). İlk ve orta tahsilini
Akşehir’de tamamladı. Konya lisesini bitirdi. Çeşitli aralıklarla
İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat Fakültelerinde ikişer üçer
yıl okuyup sonra vazgeçti. Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi
ile gazeteciliğe başladı. İstanbul’a gelince Milliyet, Yeni İstanbul,
Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları
düzenledi, Haftalık Yol dergisini çıkardı. “Oğlumuz” hikâyesi ile
Cumhuriyet gazetesinin hikâye yarışmasında ikincilik kazandı. Çınaraltı
dergisinde hikâyeler yayınladı. Sonra roman yazmaya başladı. Sanat eseri
için her türlü basmakalıbı reddeden, hür ve bağımsız bir sanat
anlayışını benimsedi. Güzel Türkçesi, derin tipleri, şiirli üslubuyla
Türk tiyatro ve roman yazarlarının başında yer aldı.